Sevgili Sinan Canan hocanın 6 haftalık “Evrimsel Nörobilim Okulu”na, keyifle katıldım. Kendisine ve tüm ekibine gönülden teşekkür ederim. Öğrendiklerimizin %90’ını hatırlayamayacağız belki ama kazandığımız bakış açısı hep benimle. Paylaşmak benim için, hayat amaçlarımdan biri; hem öğrendiklerimi pekiştirmek hem de birilerine minik de olsa bir fayda sağlamak için heyecanla oturdum bilgisayarın başına ve uzun zaman sonra, bu sefer bambaşka bir konuyla kelimelerin sanki kendiliğinden yazıldığını görüyorum klavyemde, büyük hayretle, minnetle…
· “Yaşam” ne demek sahiden?
· Peki, nasıl başladı?
· Biz ne kadar etkiliyiz kendi yaşamımızda?
· Kararlarımızın ne kadarını bilinçli veriyoruz günlük hayatta?
· Peki, daha iyi versiyonumuza ulaşmak mümkün mü gerçekten?
· Mümkünse, var mı bir reçetesi daha iyi bir “ben”in?
Evrenin yaşının 13.8 milyar yıl; dünyanın yaşının 4.5 milyar yıl, dünya üzerinde canlılığın ise 3.5 milyar yıl geriye gittiği düşünülüyor. Şu anki insanın, yani bizlerin ise, sadece 50.000 yıllık bir geçmişi var. Evrenin yaşı düşünüldüğünde, insan varlığının okyanusta sadece damla olduğunu fark etmek aslında ürkütücü. Dünya maceramız oldukça yeni aslında.
“Evrimsel Biyoloji; canlılardaki özelliklerin çok uzun süreli ve nesiller boyu değişimini inceleyen bilim dalına verilen ad. Evrimsel Psikoloji ise, canlılardaki zihinsel özelliklerin nesiller içinde nasıl değiştiğini ve bu günkü hallerine ulaştığını anlamaya çalışan bilim dalı.” (Kaynak: Evrimsel Nörobilim Okulu) Dolayısıyla, psikolojiyi anlamak için, önce beynin fizyolojik gelişimini fark etmek gerekiyor. Onlarca farklı merkez, milyarlarca sinir hücresi, sinir hücreleri arasındaki milyarlarca bağlantı; sihirli bir organizmayız.
Yaşamak aslında öyle kolay değil, zor zanaat, dışarıdaki değişen bir sürü fiziksel ve duygusal değişkene rağmen, vücudun içini derli toplu tutabilmek (homeostazi) göründüğünden çok daha zor ama mucize burada başlıyor: beyin, orkestra şefi hipotalamus ve bilgin korteks sayesinde, aslında müthiş bir iş başarıyor. Aynı anda 2 ana sistem çalışıyor:
Sistem-1: Hızlı, bilinçsiz, otomatik
Sistem-2: Yavaş, bilinçli, çabayla
Gün içinde birçok kararımızı bilinçsiz veriyoruz; çünkü, hızlı olmak zorundayız. Kararlarımızın hepsini bilinçli beyinle vermeye ne zaman, ne de enerjimiz yeter. Bilinçli beyin ciddi enerji tüketiyor; zaman alıyor, sonuçlarını tahmin etmek zor ama karşımıza bir köpek çıktığında, anında kaçmazsak da, yaşamımız tehlikeye girer. Bizi hayvanlardan ayıran en büyük özellik, işte bu bilinçli beyin. Bu nedenle, beynimizdeki korteks alanı çok daha büyük. Yeter ki, korteks, bilinçli beyini kullanabilmeyi, fark edelim.
Ve duygularımız: öfke,sevgi, tiksinme, mizah, hayret, şaşırma…
Duygularımızın farkına varmak, ona uygun tepkiler vermek ise tam bir sihir; hala bilinmeyen birçok konu var. O kadar çok merkeze gidip, işlenip anlamlandırılabiliyor ki karşılaştığımız uyaranlar duyguya dönüşmeden… Bazılarında, uyarana “anında refleks” olarak bir duygu üretebilirken; bazılarında ise, gelen bilgiler, önce hipotalamus, oradan korteks ve korteks yorumlaması ile yeniden hipotalamusa geliyor ve duyguya göre tepkilerimiz şekilleniyor. Burada en can alıcı kısım ise “beynimiz, duygusal olarak önemli olmayan şeyleri öğrenmiyor”; çok ilginç değil mi? Öğrenmek istediğimiz konunun bizde bir duygu uyandırması lazım ki öğrenelim. Bu yüzden, tutkuyla yapılan işler, başlanan projeler daha çok başarıya ulaşıyor.
Ve hayat tam bir “denge” istiyor aslında bizden. Hayatta kalmamızı 2 sisteme borçluyuz: parasempatik sistem ve sempatik sistem ve hayatımız bu 2 sistem arasında geçiyor. Sempatik sistem; “savaş ve kaç” mesajı veriyor bize, bir tehlike anında. Parasempatik sistemimiz ise, “yoruldun, az dinlen, beslen” diyor. Kantarın topuzu kaçıp; daha çok sempatik sistem çalışınca, kortizol hormonunun çok salgılanmasından dolayı, işler karışıyor ve “stres” hayatımıza giriyor. İşte stresi fark etmeyip, önlem alamadığımızda ise, hayatımız biraz zorlaşıyor. Aşağıdaki şekildeki birçok rahatsızlık baş gösterebiliyor.
Ve gelelim çok çalışmaya; kendini tüketecek kadar, “çok çalışarak, başarılı olacağına” inananlara. Maalesef, yanlış yoldasınız. Zihnimiz 2 ana modda çalışıyor: uyanıklık ve odaklanma hali. Ve bu 2 mod arasında sürekli geziniyor. O nedenle, sürekli aşırı odaklanma hali, aslında beynin sağlıklı, verimli, yaratıcı çalışması için uygun değil. Çok yoğun odaklanma sonrası, rölantide, kendi halinde kalması lazım. Bir çoğunuz yaşamıştır, çözemediğiniz bir problemi, soruyu, o konuyu düşünmediğiniz, dinlendiğiniz (uyku da dahil buna), anda çözmüşsünüzdür.
Peki, kadın & erkek beyni farklı mı? Hem de çok😊
Sinir sayısı ve ağırlığı erkeklerde kadınlardan çok daha fazla olmasına rağmen, kadınlardaki sinirler arası bağlantı sayısı o kadar çok ki, rölantide bile, kadın beyni o kadar çok çalışıyor ki… Erkeklere özgü testeron hormonu da, sol beyin gelişiminin biraz daha geriden gelmesine neden oluyor kadınlara göre.
İşte bu nedenle, kadınlar, karmaşık problemleri çözmede, uzun vadeli plan yapmada, aynı anda birden fazla işte çalışmada, iletişimde, erkeklerden çok daha iyi. Erkekler de, anlık, hızlı karar verilmesi gereken konularda (örneğin araç kullanımı) daha iyi. Özetle, kadın & erkek beyni, tamamlıyor birbirlerini.
İşte tüm bunlar ışığında, insanın fabrika ayarlarına yeniden bir göz atmak ve gerekiyorsa format atmak lazım. Okumadıysanız, Sinan Canan’ın “İFA: İnsanın Fabrika Ayarları” kitabınızı ise okumanızı gönülden tavsiye ederim…
Peki, nedir bizim için doğru ayarlar?
1-Bol fiziksel hareket
2. Az, çeşitli ve aralıklı yemek
3. Olumlu/zengin sosyal ilişkiler
4. Düşük stres
5. “Sınırları aşmak”
İnsan, dünyada, hayal ettiğini yaratabilen tek canlı; varlık nedenini de sorgulayan. İşte bu yüzden “kendi sınırlarını aşma” peşinde.
Ve insan sosyal bir varlık; doğada tek başına varlığını koruyamaz diğer canlılar gibi; bedeni çelimsiz, güçlü değil. Öte yandan, hem sosyal hem zeki; yaratıcı çözümler ve topluluklar halinde varlığını sürdürüyor. Bu yüzden kıymetli ve anlamlı eş, dost ve ailesiyle derin ilişkiler kurabilmek; anıları paylaşmak, ortak amaç için mücadele etmek.
Stres düşürmek içinse, çözüm yine kendimizde; bizi akışta bırakan, bize iyi gelen bir hobi/iş bulmak ve buna emek vermek lazım. Tıpkı benim şimdi bu satırları, büyük bir şevk ve sevgiyle sizlere aktarmak için çaba sarf etmem gibi…
Son dönemde oldukça gündemde olan “duygusal dayanıklılık”, Sinan hocanın tanımıyla “duygusal istikrar (resilince)", özellikle ayarlarımız için kritik. Tanımı ise, mevcut duygu durumumuz aniden değiştiğinde, normal haline, hızlıca dönebilme becerisi. Çok mutluyken, çok mutsuz olduğunuzda; ya da tam tersi, mutsuzken mutlu olduğunuzda, normalinize dönebilme becerisi ve süresi. Sağa sola hareket eden bir sarkaç gibi; sarkacın stabil haline gelebilmesi gibi düşünülebilir. Söylemesi kolay, yapması zor; sevgili Sinan hoca bizler için aşağıdaki gibi formülize etmiş duygusal istikrarı sağlamayı:
1. İFA ile uyumlu bir yaşam (İlgili 5 madde yukarda)
2.Sosyal bağlar
3. Fırsata odaklanma
4. AMAÇ
5. Yeni kararlar verebilme
6. Geniş görebilme
7. UMUT
8. MİZAH
9. MERAK
10. Biyolojik evrimi anlamak
11. Kendine “iyi” bakmak
12. Kaos ve karmaşıklığı anlamak
13. ANLAM
İşte burada "umut, mizah, merak ve anlam” bir çıt daha öne çıkıyor. Hayatın anlamını sorgulamak, anlamaya gayret etmek ve kendiniz için bir anlam bulabilmek. Ve tüm bunlar ışığında, doğru insana, daha iyi versiyonumuza yaklaşmak.
Hayatımda, doğru insanı tanımlarsam, “diğer insanların duygularını umursayan; karşısındaki insanı gerçekten dinleyen” insan derdim. Doğru insan olmak için çabam var, özellikle 40lı yaşlarla beraber. Aynı zamanda, “mutlu” insan olmak derdim; o nedenle kendimi tanıma, keşfetme çabam. 2024’e sayılı günler kala, hepimiz için dileğim; “kendimize daha da yakınlaşmak”; ve fark etmek “ne oluyorsa bizden ötürü, ne olmuyorsa o da bizden ötürü”…
Harika ilişkiler kurabildiğimiz,
Sınırlarımızı aştığımız
Müthiş bir 2024 olsun…
Heyecanla bekleniyorsun 2024, her şeyinle kabulümsün…
Comments