Son üç ayda en çok hissettiğin duygu ne derseniz, sırasıyla “kaygı, tedirginlik, umutsuzluk” derim… Hayatta her şey tecrübe ve tecrübe etmediğiniz her yeni olgu, hele ki, dünyanın da daha önce tanık olmadığı bir virüs olunca, ben de herkes gibi, önce uyuyamadım, sürekli twitter’ı takip edip tüm felaket haberlerini okudum, yediğim hiçbir şeyden tat almadım, sanki daha çok yemek pişirirsem daha çok tat alırım yediklerimden diye, daha çok yemek pişirdim 😊 Masterchef olamasam da hatırı sayılır bir ilerleme kaydettim.
İki-üç hafta sonra durumu kabullendim, okuduklarımdan ve kendimce yorumladıklarımdan bu işin ciddi olduğu çok netti; alınacak tedbirleri tüm kurumlar oldukça detaylı paylaşıyordu, anlamamak mümkün değildi. Üstelik aslında söylenince çok da kolay yapılabilir gibi duruyordu “Hayatını eve sığdır”! Hem kendini hem de hiç tanımadığın insanları korumak için, tek yapmamız gereken evde kalmak ve hayatımıza evde devam etmekti!
İşin aslı durum o kadar da kolay değildi, temel ihtiyaçlarımızı evde karşılamak mümkün elbette, barınma, beslenme, fiziksel hareket, hem de tüm aile hiç olmadığı kadar birlikte olma şansı var. Düşünüldüğünde inanılmaz bir fırsat… Karşılanamayansa sosyalleşme ihtiyacımızdı, sevdiklerimizle doya doya sarılamamak, şöyle ağız tadıyla karşılıklı şen kahkahalar atamamak meğer ne kadar kıymetliymiş… Ya da son dakika markete gitmek artık mümkün değil unutulan bir kabartma tozunu alabilmek için 😊
Tüm bunları 6 yaşında bir çocuğun yanında, onu tedirgin etmeden yaşamak da en zoru, bazen İngilizce konuşarak, arada paylaşımlar yaptık eşimle ama yanında hiç bu konuyla ilgili bir tv programı, yazı vb paylaşmamaya özen gösterdik. Ancak yine de Can (oğlum), Çin hakkında pek olumlu düşüncelere sahip değil, gitmek istediği ülkeler arasında maalesef Çin yok. Yine de iyi diyebiliriz😊 Tabii sürekli, “ellerini yıkadın mı anne” sorusunu sorması insanda hafif de olsa endişe uyandırıyor ama sanırım bu da geçecek. Anladım ki, hissettiğim her duygu, kelimelerle ifade etmesem de aslında en yakınıma hemen transfer ediliyor, ne kadar mucizevi değil mi?
Ben de bu süreçte, olayları, yeni yaşam bicimimizi kabullendikten sonra, kendimi okumaya veren grupta buldum birden kendimi. Bir çıkış arıyordum aslında kendime, tutunacak bir dal belki, bakış açımı değiştirecek bir fikir… Baktım ki online kitap siparişleri beni epey mutlu ediyor, eşimin önerisiyle başladım psikoloji okumaya. Daha doğrusu, psikiyatristlerin gerçek seanslarını anlaşılır bir dille paylaştıkları kitapları inanılmaz bir heyecan ve tatminle okumaya başladım. Beni en çok etkileyenler aşağıdakiler oldu, üç yazarın önünde de saygıyla eğiliyorum.
· Ukde; Mehtap Güngör
· İçimizdeki İnsanlar; Şeniz Ünal
· Camdaki Kız; Gülseren Budayıcıoğlu
· Madalyonun İçi; Gülseren Budayıcıoğlu
· Hayat Dön; Gülseren Budayıcıoğlu
Her seans, her hikâye, beni derinden etkiledi. Bazı olayları, kendimle özdeşleştirdim ve aklımda hep “demek o nedenle, ben bu şekilde davranmışım” ampulü yandı ve her şeyin özünde, çocukluğumuzda yaşadığımız her duygunun ve deneyimin aslında bizim tüm hayatımızı nasıl da güzel, ilmek ilmek şekillendirdiğini gördüm. Kendi çocukluğumu çokça düşündüm ve şükrettim. Oğlumu daha iyi büyütebilmek için okuduğum tüm çocuk gelişim kitaplarında vurgulanan “0-6 yaş döneminin” önemini şimdi çok daha iyi anladım ve Can’ın 6 yaşına girdiği bu ayda, aklımdan geçenler “çok şükür, 6 yıl sevgi ve mutluluk dolu geçti” oldu, son Korona kısmını saymazsak 😊 Ne güzel demiş Edip Cansever, Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk, hiç bir yere gitmiyor.
İnsanı daha iyi anlamak beni o kadar heyecanlandırdı ki, kendimi yeniden satın alınmış, bu işin biraz akademisini de anlatan kitaplar almışken buldum bu sefer de; yalnız itiraf edeyim ki, işin bilim kısmını anlamak epey zormuş ve psikiyatristlerin işinin ne kadar zor olduğunu bir kez daha anladım. Okumaya gayret ettiğim 5 kitaptan, sonunu getirebildiğim ise “İyi Hissetmek, Yeni Duygudurum Tedavisi” oldu (Dr. David Burns). Kitabı okurken, psikoterapinin gücünü hem bilimsel verilerle hem de aslında kendimde test ederek anladım ve öğrendim ki “Düşüncelerimiz, duygularımızı oluşturur”olumlu her düşünce bizi mutlu ederken; olumsuz her düşünce de bizi umutsuzluğa sürüklüyor”. Ve çözümü basit, “düşüncelerini değiştir; duyguların da değişsin”. İnanmak güç gibi gözükse de evet denedim ve işe yarıyor😊
İnsanı anlama serüvenim bu sefer de Ayşe Kulin-Hayal (hayatı), Ayşe Kulin (Kanadı Kırık Kuşlar) ve Kaan Sekbanlar (Tebrikler Kovuldunuz) ile devam etti. Birçok kitabını okuduğum ve çok sevdiğim Ayşe Kulin’e yeniden hayran kaldım; en çok da azmine, neredeyse 50 yaşında kitabının yayınlanması hayaline ulaştığını ve her seferinde bıkmadan, usanmadan yola hep devam ettiğini gördüm. Kanadı Kırık Kuşlar kitabında ise, Hitler Almanyası’ndan kaçan Alma profesörlerin Atatürk’ün desteğiyle Türkiye’de nasıl da üniversitelerin ilk temellerinin atılmasını sağladıklarını görerek, en büyük lider Atatürk’e bir kez daha hayran kaldım. Kaan Sekbanlar’ı çok severek takip ediyordum; bu noktaya gelene kadar yaptıklarını ise “helal olsun” diyerek bir çırpıda okudum; her başarının ardındaki ağır bedeli, tökezlemeleri bazen kalbim sızlayarak okudum.
Korona sayesinde insanları ve en çok da kendimi daha iyi anlamak bir umut oldu bana… Sanki bazı taşlar daha iyi oturdu zihnimde, sanki çoğu şey daha berrak düşüncelerimde ve keşfettim ki yazmak bana iyi geliyor… Ayşe Kulin’inki kadar sürükleyici olamaz belki cümlelerim ama bir gün benim de kitabım olur diye kendi kendime söz verdim. Bu üç ayda öğrendiklerim hem bana yeni umut oldular hem de artık insan sarrafı olmasam da daha iyi anlıyorum insanları, hareketlerinin arkasında motivasyonları ya da hüzünlerinin nedenlerini. Daha önemlisi kendimi daha iyi anlıyorum; tepkilerimin nedenleri daha net artık, dolayısıyla, hangi durumda hangi tepkiyi verebilmek sadece ve sadece benim elimde…. Kaygılarım yerini çoktan yeni umutlara bıraktı… Umutlarımın gerçek olması için şimdi çok çalışma ve daha çok okuma zamanı!
Comments