2019 yılına kadar, 2002 yılından beri, doğum izni hariç aralıksız ama hep severek, kendi işim gibi çalıştığım bir maratondaydım. Maratondaydım ama maratonda olduğumun farkında olmayacak kadar çok yoğundum; toplantılar, cevaplanacak mailler, seyahatler, bitirecek projeler, yetişecek kampanyalar, çözülecek müşteri şikayetleri liste uzayıp gidiyordu, yazarken bile yeniden fark ettim ne kadar kaotik olduğunu hayatımın… Tabii, evde bir eş ve çocuk sorumluluğu, onu her açıdan sağlıklı ve mutlu yetiştirme telaşı, hastalıklar, ilaçlar, artan tıp bilgim (facebook araştıran anneler grubunda geçirilen saatler😊), hep kendini yetersiz hisseden anne rolü, aklında sürekli “acaba Can ile nasıl daha kaliteli vakit geçirebilirim?” kaygısı…
Bu koşturmacada zaman ayırmaya çalıştığım ama başaramadığım dostlarım, her an imdadıma yetişen ailem, her şeye rağmen şükür ve mutlu olduğum ama frene basmadan yaşadığım bir hayatım vardı. Bir gün, tamamen kendi kararımla, biraz isteyerek, biraz istemeyerek, çok da planlı olmadan (oysa ki benim gibi her şeyi planlamaya çalışan bir insana hiç uygun olmayan bir şekilde ve zamanda), işimden ayrıldım bir sene önce. Hayat zorunlu bir mola verdirmişti bana. Nilgün biraz frene basma zamanı demişti aslında hayat ama bunu ancak şimdi anlayabiliyorum. Yakın zamandaki insanı anlama takıntımla okuduğum en yeni kitaplardan biri Hakan Mengüç’ün “Hiçbir Karşılaşma Tesadüf Değildir” romanı da aynen bunu anlatıyordu; her şeyin bir nedeni vardır ve aslında sinyal verir ama o sinyalin ne anlama geldiğini o an olmasa da mutlaka anlarsınız. Ben o an anlayamadım bunun ne kadar da hayra alamet olduğunu benim için. Biraz okumam, düşünmem, kendime zaman ayırmam kısacası demlenmem gerekiyormuş… Demlenme sürecim de hala devam ediyor.
Oğlumla geçirilen harika bir yaz tatili, önce fiziksel olarak dinlenmemi sağladı; aslında, çok yorgun olduğumu ancak mola verince fark ettim. Sevdiklerimle en çok da oğlumla geçirdiğim süre, ruhuma iyi gelmeye başladı, aklımı sürekli kurcalayan “acaba hangi işi önce yapmalıyım ki tüm işleri bitirebileyim” sorusu yerini “bugün ne yapsak”a bıraktı; plansız olarak geçirilen yaz tatili meğer ne harikaymış. Yazlıkçı tayfa olarak (ilk yazlık deneyimimizle) sabah kahvaltı sonrası karar veriyorduk, o gün acaba hangi koya gitmek istiyordu canımız, lükse bakar mısınız? Akçay’ın oksijen dolu havasını ciğerlerimize çekerken; balkonda içilen keyif kahve ve çayları resmen bedenimize endorfin salgılatıyordu… Gökyüzü daha mavi gözükmeye başladı, sanki çiçeklerin kokusunu daha iyi alabiliyordum ve Can ile her gün yeni şeyler öğrenmek ve keşfetmek ana-oğul ikimize de iyi gelmeye başladı.
Harika yaz tatili, başlayan ana okulu ise yeni tecrübeler kazandırdı bana; sabah oğlumu okula bıraktıktan sonra planlanan ev işleri sonrası, hayatımda uzun zamandır ilk defa kendim için spor yapmaya başladım; sitede arkadaşlarla yürüyüşler, sevgili dostlarla sabah plansız kahveler… Hayatın ritmi, hızı bambaşkaydı benim için, buna alışmam, bunu algılamam yine biraz zaman gerektirdi. Netflixte dizi izleme lüksü, Can’ı okuldan aldıktan sonraki sohbetlerin derinliği her geçen gün, sahip olduklarımın, aldığım her nefesin kıymetini anlamama yardım etti. Meğer birçok şeyi hızlı yapmaya çalışarak, aslında kendi hayatımı o kadar yavaşlatmışım ki otomatik pilottaymış hayatım. Pilot ben olmama rağmen, rotayı ben belirlemiyormuşum….
Tüm bunları yeni yeni algılarken, son dönemde çocuk gelişim kitapları okuma zorunluluğumdan rafa kaldırdığım okuma sevdamı yeniden hatırladım; yeniden okumaya başladım. Tam da kendimi yeni yeni daha iyi tanıdığımı düşünürken, covid-10 virüsü hayatımızı tepe taklat etti. Tüm dünya ile beraber, endişeli, kaygılı ve korkulu bir döneme girdik ailecek. Ben de herkes gibi önceleri uyuyamadım, twitter’dan başımı kaldıramadım, her tür felaket haberini okudum, ekmek yapmadım ama en az 10–15 çeşit farklı yemek denemesi yapmışlığım vardır. Bu güvensizlik, bilinmezlik herkes gibi beni de sarstı ve aslında sahip olduğumuz en temel şeylerin değerini anladığımı ve hayatı yeniden keşfettiğimi düşünürken, covid-19 da bir ders verdi bana. Ben derslerimi aldığımı düşünüyordum oysa ki😊
Okuma sevdam hız kazandı; insanı ve kendimi anlamak için, okudum, daha çok okudum. Bazen bir haftada 5 kitap bitirdiğim oldu. Okudukça anladım, empati kurdum, kendimi ve tepkilerimi anladım. Tam da bu sorgulama döneminde 40 yaşına merhaba dedim… Oğlumun doğum günlerinde gözlerindeki pırıltı ve heyecan, beni de etkiledi ve 40 yaş doğum günüm benim için çok daha anlamlıydı. Tüm dünya virüsle mücadele ederken, beden ve ruh sağlığım hiç olmadığı kadar yerinde, sevdiklerim sağlıklı ama uzakta (buna da şükür) ve düşüncelerim hiç olmadığı kadar berraktı. “İyi düşün, iyi hisset” felsefesini benimsedim okuduğum kitaplardan birinden feyz alarak yine. Okudukça daha fazla okumak isteği belirdi; eve epey kitap kargo ile geldi ve hepsi benim için artık hayatını daha iyi anlamak için yeni heyecanlardı ve salonda baş köşede okunmayı dört gözle bekliyordu. Okuduğum kitaplar için linkedin adresime bakabilirsiniz😊
En son sufi felsefesini anlatan Hakan Megüç’ü okudum; “Hiçbir Karşılaşma Tesadüf Değildir” ve Mevlana’ya ait bir çok söze hayran kaldım bir kez daha ama en çok şu söz beni anlatıyordu:
Her şey vaktini bekler
Ne gül vaktinden önce açar
Ne güneş vaktinden erken doğar
Bekle, senin olan sana gelecektir.
Mevlana
40. yaşım belki çok daha geç anlayacağım hayatımın anlamını, Covid-19 sayesinde, çok daha erken hissettirdi, anlattı bana. Bir musibet bin nasihatten iyidir sözü yankılandı beynimde, benim için de Covid-19, 40 yaşımın da merhaba demesiyle, bambaşka bir pencereden bakmamı sağladı yaşama. Hayat tam da 40’ında başlıyordu benim için, ne 1 yıl önce ne 1 yıl sonra. Aslında her şey olması gerektiği gibi olmuştu hayatımda; şimdi biraz nadas sonrası en verimli hasatı toplama zamanı.
Yeni başlayan hayatımın felsefesi ise, şu ankinden azıcık farklı;
· Çok sev ve umut et ki çok sevilesin
· Çok çalış, elinden gelenini en iyisini yap ama senin dışındaki konular için üzülme, kafaya takma😊
· Her gün yepyeni bir macera, planlar yerine niyetlerin olsun; planlar genelde değişir ama gerçekleşenler belki de planlananlardan çok daha iyidir, nereden biliyorsun?…
· Beden ve ruh sağlığına iyi bak; biri sağlıklı olmadan diğeri sağlıklı olamaz
· Her gün 15 dk da olsa kendine zaman ayır ve şükret
· Dostlarını ara sor, hayallerini, dertlerini paylaş
· Hayattaki en büyük hazine sağlık
· Arkanda ailen varsa hiç bir şeyden korkma
· Hata yapmaktan değil aynı hatayı tekrarlamaktan kork
· Hayal kurmaktan asla vazgeçme
· Çocuk yetiştirmenin hayattaki en zor ve önemli işin olduğunu hiç unutma
· Araştır, oku, gez, gör, bildiklerini paylaş ama en çok da dinle
Kitaplarla kendimi daha iyi anladığımı keşfedince, instagram’da reklamını gördüğüm tamamen gönüllülük esasına göre yapılan yaşam koçluğuna başvurdum ve koçluk deneyimim çok değerli bir koçla başladı; iznini alırsam ismini de paylaşırım😊 Hayatımın amacını, kendi zayıflıklarımı hiç tanımadığım birisiyle, yüksek sesle, üstelik de gözlerim bazen yaşararak konuşmak tüm yüklerimi yavaş yavaş hafifletti… Kendisine hep müteşekkir kalacağım.
Sufi felsefesi merakım Yunus Emre ile de tam gaz devam ediyor. Kim bilir bundan sonra hangi konuya merak saracağım ve hangi yazar bana neler öğretecek, merakla bekliyorum. Tek bildiğim aldığım her nefes kıymetli ve hayatı olduğu gibi kabul ediyorum…
コメント