İki gün önce korona sonrası ilk seyahatimizi, Bilecik’e, baba evine yaptık oğlum Can ile. Hepimiz tüm önemlere harfiyen uyduğumuz için (tüm ailemiz kurallara uymak konusunda Alman disiplinine sahiptir😊), 65 yaş civarı olan anne ve babamı da riske atıp atmayacağımızı uzun uzun tartarak verdik bu kararı. Maalesef tüm çocuklarda olduğu gibi, Can ile evde geçirdiğimiz her an daha da zor gelmeye başlamıştı ve kendimizi en güvenli ve sevgi dolu hissettiğimiz baba evine (anane ve dede evine) koşarak attık dün.
Yolculuğumuz trafiksiz ve molasız 2,5 saat sürdü ve Can da uyuduğu için, müziksiz ve daha çok pencereden yolu izleyerek geçti. Yolculukları hep sevmişimdir, hep heyecan duyarım öncesinde, gideceğim yer aynı da olsa, her yolculuk bir macera ve mutluluktur benim için, acaba neler olacak, neler göreceğiz, neler tadacağım, neler hissedeceğim diye düşünmek büyük bir keyiftir benim için. Bu kadar uzun süre sonra arabaya binmekse önce garip hissettirdi ama sonra baya mutlu etti beni.
Can’ın seyahatin başında midesi bulandığı için (uzun süre sonra ilk defa arabaya bindiği için diye düşündüğüm), kendi koltuğunda değil, benim kucağımda geçti yolculuğu zorunlu olarak. Kıvırcık ve gözlerini kapatan saçları kucağımda, uzun uzun seyrettim ve saçlarını okşadım ve Can da bu okşamayı her zaman çok sevdiği için, “anne devam et” dedi birkaç kez ve derin bir uykuya daldı. Ben de bir zamanlar kucakta uyuyordum, ne zaman kucakta uyuyandan, kucağında uyunulan olmuştum hayret ederek derin düşüncelere daldım. Ama içimi bir huzur kapladı. Benim gönülden bağlı olduğum ve bana gönülden bağlı olan ailemden sonra, şimdi aynı bağı kurduğum bir oğlum var diye düşündüm. Sonra hafif bir tebessümle düşündüm son 6 yılı, çocuklarda güvenli bağlanmayla ilgili epey okumuştum ama o zaman anlayamamıştım bu bağlanmanın gücünü. Ben çocukken en güvenli hissettiğim evime giderken, tam da kucağımda güvenle uyuyan bir oğlum vardı... Oysa kafam ne çok karışmıştı bazı kitaplarla; kimisi çocuğun fiziksek ihtiyaçları kadar duygusal ihtiyaçlarının da mutlaka çocuğun mizacına göre karşılanmasını savunurken, kimisi uyku öncesi saatlerce ağlatarak çocuğun daha kolay uyuyacağını savunuyordu ki bunu savunanların ilerde aslında güvensiz ve öz güvensiz çocuklara neden olabileceğine dair araştırmalar da vardı. İyi ki iç sesimi dinledim ve ben duygusal anlamda hep yanında olmaya gayret ettim dedim. Can uyandı ve memlekete hoş geldik 😊 Evimize doğru ilerlerken, ana cadde üzerinde değişen neler var diye bakmaya başladım. Bilecik’in tek ana caddesi olduğu için, değişimi fark etmek o kadar da zor olmuyor. Bu kadar az bir nüfusa sahip bir yerin il olması zor ama aslında herkese için olduğu gibi memleket kokusu bile yeter, beni ben yapan değerleri burada kazandığım için ve beni her ziyaretimde çocukluk anılarıma götürdüğü için.
Haziran ortası, tam da dondurma yeme konusunda Can'a izin vermişken, ayağımızın tozuyla bereket getirdik Bilecik’e ve sağanak yağmurlar başladı, önümüzdeki 7 gün de yağışlı gözüküyor. Yağmur nedeniyle, evimizin arkasındaki ormanda yürüyüşler birkaç gün rafa kaldı ve koronadan alışkın olduğumuz ev aktivitelerine bu sefer Bilecik’ten devam etmeye başladık. Tebdili mekânda ferahlık vardır sözünün doğruluğunu bir kez daha deneyimledik; biz aynı, oyunlar aynı ama mekân farklı ve duygularımız pozitif anlamda farklı, çok enteresan değil mi? Yağmur olanca hızıyla yağarken, birlikte yağmuru seyretmeye başladık camdan. İki gündür önce araba camı, şimdi evin penceresinden etrafı seyretmek bu seferdeki “Camdaki Kız” (Gülseren Budayıcıoğlu) kitabına geri götürdü beni. Tabii, fotoğraflar konusunda oldukça yetenekli kız kardeşimin çektiği fotoğrafın da bunda epey etkisi oldu.
Son dönemde psikoloji sevdam ile okuduğum birçok kitaptan beni çok ama çok derinden etkileyenlerdendi. Annesini doğumda kaybeden, ananesi ve dedesi tarafından büyütülen ancak hiç sevilmeyen evet başı bile okşanılmayan bir çocuk olarak büyür ve kendisine sunulan para, pul, özel okullar, en güzel giysiler hep bir tarafını eksik bırakır ve bu sevgisizlik baş kahraman Nalan’ı ilerde çok zorlu bir hayata sürükler. Çok zengin bir ailenin çocuğuyla evlense de sevgiye açlığı devam ettiği için yine mutlu olamaz ve sevgiyi, boşandıktan sonra, karakteri kendisinden oldukça farklı bir adamda bulur ve önce çok mutlu 7 yılın ardından, hüsranla ve zorluklarla geçen çok zorlu günler yaşamak zorunda kalır. Tek suçu, sevilmemektir.
Sevgi eksikliği ve bağlanamama insanın kaderini ne kadar da derinden etkiliyor; aksine, sevgi ve güvenle bağlanma ise, hayata bambaşka kapılardan bakmamıza fırsat sağlıyor. 1-0 önde başlıyorsunuz hayata şanslı bağlanan gruptaysanız. Çocuk gelişim kitaplarında ise, güvenli bağlanma için en doğru zamanın öncelikle 0-2 yaş, ardından 4-6 yaş olduğu yazar. Ama bağlanılamadıysa, bağlanmak her zaman mümkündür, sadece yaş ilerledikçe zorlaşır ama her zaman mümkündür, emek ister, sevgi ister.
Müşterilerin markalarıyla olan yolculuklarında da ilişkinin gücüne inanıyorum ben; aynen anne-çocuk ilişkisi gibi, emek ister, şeffaflık ister, dürüstlük ve güven ister.
Marka, ürünün ismi, logosu, rengi gibi somut kavramlara ek olarak; müşteri için, duygusal anlamlar da taşımaktadır ve müşterinin markayı tercih etmesinde, fiyat, kalite gibi rasyonel kriterler kadar, hatta daha fazla, duygusal unsurlar etkilidir. Üniversitede pazarlama derslerinde efsane pazarlama gurusu Kotler’in kitaplarında uzun uzun yazar. Özellikle günümüz rekabetçi ortamında, marka ve ürünlerle ilgili bilgiye google’da saniyeler içinde ulaşılan bir ortamda, markaların fiyat ve promosyon kampanyaları ile farklılaşmaya çalışması sadece kısa vadede fayda sağlar. Dolayısıyla, markayla olan ilişkinin gücüne odaklanmak hiç olmadığı kadar zorunlu hale geldi. Bu ilişkiyi kurmak, güçlendirmek, aynen anne-bebek güvenli bağlanması kadar zor ama mümkün.
Brand Finance tarafından yapılan Türkiye’nin en değerli markaları raporunda, ilişkilerini güçlendirerek marka değerlerini artıran firmalar dikkat çekiyor. Korona virüsü ile mücadelede, üretiminin tamamını maskeye yönlendiren LCWaiki ve fabrikalarında solunum cihazı üreten Arçelik’in yükselişi müşterilerine güven verdiği için oldukça beklenen bir durum. Aynı şekilde, Turkcell’in geçen seneye göre daha çok değer kazanmasında, spora, engellilere, girişimcilere destek sağladığı sosyal sorumluluk projeleri mutlaka etkili olmuştur.
İlişkinizi güçlendirmek kadar karşılıklı iletişiminiz de önemli; Murat Ülker’in paylaştığı makale bu anlamda bana epey ışık tuttu, tavsiye ettiği kitabı da okunacaklar listesine ekledim: Kurumsal İletişim, Profesör Joep Cornelissen İşinize Yakışıyor Musunuz? Eskiden olduğu gibi, sadece işinizi iyi yapmanız veya kriz anlarında sessiz kalmanız yeterli değil artık. Ne yaptığını, sağladığınız faydayı doğru bir dille paylaşmak ve kriz anlarında, varsa hatalarınızı tüm şeffaflığınızla paylaşmanız müşterilerinizle bağınızı zedelemiyor, aksine güçlendiriyor.
Can ile 6 yıllık hayatında güvenli bağlanma konusunda çok yol kat ettik; hatta korona döneminde bağlılık konusunda kantarın topuzu biraz kaçmış olabilir😊 Kendisi derin uykusunda bana makalelerimde ilham olmaya devam ettiği için sanırım ne kadar şanslı olduğumu henüz bilmiyor. Markaların kuralların değiştiği dünyamızda, müşterileriyle güçlü bir bağ kurmak için kendi iş alanları dışında olsa bile, insanlık için daha fazla değer yaratmaları, onların hayatlarını kolaylaştırmaları ve güzelleştirmeleri onları müşterilerin gözünde bambaşka yerlere getirecektir. Gönülden bağlı olduğumuz markaların çoğalması dileğiyle…
Comments