Geçen hafta yağmasını dört gözle beklediğimiz yağmuru izlerken çekmiş oğlum bu fotoğrafı cama en yakın tek kişilik koltukta otururken… Dün akşam eve geldiğimde ise kapıda beni “anne, barajlarımız dolmaya başladığı için çok mutluyum” diye karşıladı… Bugünse tüm İstanbul, 4 yıl aradan sonra kar yağmasını bekliyoruz dört gözle; hem beyaza bürünmüş doğa ruhumuza iyi geleceği için, hem de korona sonrası hayatımıza giren kuraklık kaygısıyla baş etmemize fayda sağlayacağı için…
Ve beklenen kar başladı, şimdi camdan karın huzurla yağışını seyrederken, ben de keyifle kendime zaman ayırıyorum ve kendimce tarihe bir not düşüyorum😊 Ve çok yeni öğrendiğim “öz şefkat” konusu kafama takılıyor… Başı sıkıştığında, derdi olduğunda destek olduğum bir arkadaşıma davrandığım kadar alttan almadığımı, aksine kendimi bolca eleştirdiğimi, hatta bazen acımasız olduğumu fark ediyorum kendime karşı… Oysa, hayatta “önce ben” demeye yeni yeni başlamışken, kendime haksızlık ettiğimi fark ediyorum birçoğumuz gibi… Kendime söz veriyorum, başım darda olduğunda, tökezlediğimde, çok daha destekleyici ve daha şefkatle yaklaşacağıma kendime… Sonra “aferin Nilgün” diyorum, 40 yıl fena geçmedi, öğrenerek, dönüşerek, hem iş hem özel hayatında, daha iyi olmaya gayret ederek yola devam ediyorsun, kocaman bir alkış kendine😊 Hafiften bir gülümse geliyor yüzüme, yüreğimde bir ferahlama hissediyorum…
Yağmur ve karla olan düşüncelerim beni kendime getiriyor bir anda lapa lapa yağan kar manzarasına karşı… Yağmuru hep sevdim ama hiç bu gözle bakmadım ve hiç bu kadar önemini yüreğimde hissetmedim. Oysa, oğlumun da dahil olduğu Z kuşağı, doğaya ne kadar saygılı ne kadar önem veriyor… Elbette, koşullar değişiyor, dünya değişiyor ama bu hassasiyette bir nesil galiba dünyanın tam da ihtiyaç duyduğu nesil. Benim için yağmur, sonbahar mevsiminin sembolüydü oysa, bir de güzel toprak kokusu yağmur sonrası. Barajların dolması beni hiçbir zaman Can’ı mutlu ettiği kadar etmemişti geçmişte. Oysa, gününün iyi geçmesinin en önemli nedenlerinden biri yağan kar ile dolacak barajlar ve kısmen da olsa engellenecek kuraklık Can için. Çünkü, artık çoğumuz farkındayız ki, bu dünya hepimizin ve hepimize tüm insanlığa karşı aynı sorumluluktayız. Çin’de oluşan bir hastalık, tüm dünyanın altını üstüne getiriyor ve birçoğumuzun “acaba altı üstünden daha iyi olabilir mi” diye hayatımızı, önem verdiğimiz her şeyi yeniden sorguluyoruz. Kim bilir, birçok kişi, eskisinden daha duyarlı olacak doğaya, daha çok empati kurabilecek insanlığa karşı ve birçok işveren bambaşka çalışma koşulları ve metotlarıyla devam edecek hayatına, bir kısmı çoktan başladı bile. Dünün doğrusu, bugünün koşullarında artık doğru değil. Yeni doğruya uyum sağlayanlar kazanacak gibi gözüküyor.
Eskiden yapabildiğimiz ama yapabilmenin önemini fark edemediğimiz birçok şeyi şimdi yapamıyoruz. İşte bu yüzden yazının başlığı “Bu Sabah Yağmur Var İstabul’da, Gözlerim Dolu Dolu Oluyor Bilinmez Niye…” Bu yağmur fotoğrafındaki damlalar, tüm hafta hep hüzün hissettirdi bana. Çok yakın zamanda babam bir kaza sonrası ameliyat olmak zorunda kaldı; şimdi oldukça iyi çok şükür. Ona ve anneme risk oluşturacağımız için maalesef yanlarında olamadık; destek olamadık istediğimiz gibi. Bir telefonla, 3 saat sonra varabileceğim memleketime gidememek, orada olamamak ne garipti.. Hatta bir gün köprüden önce son çıkıştan son anda döndüm işe giderken, aynı filmlerdeki gibi hissettim bir anda; bilinç altım beni çoktan götürüyordu memlekete ve yardıma. Ama sonrasında, bakış açımız değişti. Sağlıkla evine geldiğine, hayatına devam ettiğine, onlarla görüntülü telefonla konuşabildiğimize daha çok şükrettik. İnsan, her duruma uyum sağlayabildiği için, çok üstün bir varlık. Uyum sağladığı sürece, başarabileceklerinin sınırı olmadığına inanıyorum.
Karantinada geçen bir Cumartesi olmasına rağmen, yıllar sonra yağan kar, oğlumla yaptığımız bir geri dönüşüm projesi (bitki çay kutularından gökdelen yaptık😊), patlamış mısırla seyredilen bir çizgi film, gerçekten mutlu ediyor beni… Fonda, Can’ın piyano sesleri… Elbette aşıyı da heyecanla bekliyoruz, sağlık çalışanlarımız olduğu için de oldukça memnunum… Dünyamız alt üst oldu ama, altında keşfettiklerimiz bize bambaşka ufuklar açmaya devam ediyor; dünyanın üstüne bakış açımız ise hayranlıktan öte, adete bir maden keşfetmişiz gibi… Benim en büyük keşfim, kelimelerin gücünün bana terapi olduğu oldu…
İşte bu yüzden yazmaya, üretmeye, paylaşmaya devam… Her yazdığım yazı, yazıyı dökülmüş her kelime, beni dönüştürüyor, iyileştiriyor. Kim bilir, bir fikrim, başkasının hayatında bambaşka ufuklar açar, oğlumun son okuduğumuz kitabında bahsettiği gibi “bir fikir, dünyayı değiştirir.” Benim paylaştığım fikir, neden değiştirmesin?
Comments