Korona sonrası ilk ziyaretimizi, tüm tedbirlere uyarak, Bilecik’e, baba ocağına yaptık oğlum Can ve kız kardeşimle. Bilecik, nasıl il olduğu konusu hep bende soru işareti olan, dağlık, tepelik ve oldukça minik bir il; çoğu kişinin Birecik ile karıştırdığı kimilerinin Eskişehir’in bir ilçesi mi acaba diye sorduğu bir ilimiz 😊 Ama memleketimiz, her gittiğimizde huzur bulduğum, güvende hissettiğim yer, memleket ne kadar da özel bir insan için… Üstelik bu sefer, sanırım 10 gün aralıksız yağmur yağdı, ormanda yürüyüş hayallerimiz yarım kaldı ama balkonda veya salonda aile sohbetleri her zamanki gibi güzel anılar olarak kaydoldu hafızama ilerde hep gülümseyerek hatırlayacağım… Bilecik’in en güzel yanlarından biri, anne de olsam, orada ben de hala çocuk olduğum için, sanki sorumluluklarım azalır omuzlarımdan, cüzdanı neredeyse hiç kullanmam, Can ile birileri mutlaka oyun oynar, yemek konusunda ise kimse annemin ne eline su dökebilir ne de pratikliğine… Kahve ve ortalık düzenleme konularında ise kız kardeşim açık ara çok iyidir… Bol kahveli, bol lezzetli yemekli, en çok da bol sohbetli geçti Bilecik günleri, elbette kimseyle görüşemedik ama az da olsa, yağmura rağmen yürüyüş yapma fırsatımız hatta birinde de sırıl sıklam olma maceramız bile oldu…
Babalar gününde, baba ocağındaydım… Anneler ve babalar gününü kutlamak konusunda hep biraz tereddütlüyümdür; özel günler hatırlanmak için güzel ama en güzeli, yapabilirsek her zaman sevdiklerimizi aramak, sormak, hayatlarını paylaşmak… Hem şükrederim annemle babamın sağ olduğuna, hem de sosyal mecradaki kutlamaları görünce biraz da hüzün çöker içime, ya annesini veya babasını kaybettiyse, neler hissediyordur acaba derim diğer insanlar… Onları ben de üzmek istemediğim için, genelde bu tarz paylaşımları tercih etmem ama illa ufak hediyeler alırız biz de, kutlarız, sarılırız, öperiz… Dilek olay, annem 40 yıllık anne, babam da 40 yıllık baba 😊 Ben de 6 yıllık bir anne olarak, annemi şimdi daha iyi anlıyorum elbette… Babama hediyemiz en sevdiği takımın forması; Fenerbahçe forması, kargonun azizliğine uğrasa da babam hediyeleri hep sevmiştir…
Sayılı yürüyüşlerimiz sırasında, beni en çok etkileyen ıhlamur kokusu oldu.. Bilecik’te ıhlamur ağaçları hep vardı ama ya ben kokularına hiç bu kadar dikkat etmedim ya da ıhlamurlar bu sene bir başka güzel kokuyor ya da ben daha farklı bir pencereden bakıyorum hayata…. İnsanın burnuna buram buram, hafif hafif çarpıyor yürürken…İnsanı alıp çok güzel diyarlara götürüyor zihninde…Tatlı bir huzur kaplıyor insanın içini… Bunun nedenini düşündüm her yürüyüşümde, acaba dediğim kışları her akşam içtiğimiz için mi böyle hissediyorum ya da benim bilmediğim bir nedeni olabilir mi… Kışın her akşam cezvede taze yapar ve içeriz mutlaka hem rahatlatır hem de şifa olduğuna inanıyorum, birçok faydasından da bahsediliyor zaten bilimsel olarak…
Sonra da beni çok etkileyen bir efsane okudum ıhlamurla ilgili, belki de ondan dedim bu sevgi hissi verdiği… Yıllar önce Bergama’da yaşanan bir efsane; aynı kökten beslenen bir ıhlamur ve çınar ağacına ait. Bergama’nın bereketli ovasında yaşayan insanlar çalıştıkça ve ektikçe zenginleşirler, toprak çok bereketlidir ama zenginleştikçe sevgide fakirleşirler, evleri büyür ama yürekleri küçülür… Zenginlikleri arttıkça tapınağa da uğramazlar, unuturlar dua etmeyi…
Fakir kulübelerinde, Baukis ve Philemon birbirlerine duydukları sevgiyi azaltmadan yaşlanan mutlu bir çifttir; kendilerine yetecek kadar sebze ve meyveleri, yakacak odunları vardır. Zeus, oğlu Hermes ile, fakir köylü kıyafetleri ile Bergama’ya gider, tanrıları neden unuttuklarını anlamaktır amacı. İki fakir yabancı olarak, tek tek kapıları çalarak yiyecek ekmek isterler ama maalesef kimse yardımcı olmaz taa ki Baukis ve Philemon’un kapılarını çalana dek. Baukis ve Philemon, tanrı misafirlerini görünce çok mutlu olur ve onları rahat ettirmek için ellerinden geleni yaparlar ve üstelik sohbetleri de çok samimidir ve Zeus’u çok mutlu eder.
Zeus, yaşlı çifti ellerinden tutarak ormana götürür ve bir süre sonra Bergama ovasının, kendi evleri hariç, sular altında kaldıklarını görürler; üstelik kendi evleri mermerden bir tapınağa dönüşmüştür. Zeus, yaşlı çifte “‘’Ey iyi ve cömert insanlar! Dileyin benden ne dilerseniz.’’ Der. Yaşlı çift, birbirlerinden hiç ayrılmadıklarını ve bu dünyadan birlikte ayrılmak istediklerini söyler ve yaşlı çift, kulübelerinin yerinde yükselen Zeus’un tapınağının rahip ve rahibesi olarak yaşarlar. Bir gün, son kez güneşe çıkarlar ve kök salmaya başlarla toprağa; son kez birbirlerine sarılırken dal vermeye başlarlar. Baukis bir çınara, Philemon ise ıhlamur ağacına dönüşmüştür artık. Ne kadar etkileyici değil mi?
Belki de küçükken evimizden hiç misafir eksik olmadığı için ıhlamur içimi hep ısıttı; belki de bu yüzden evime her misafir gelişi beni hep mutlu ediyor. Hangisi hangisine neden oluyor bilmek mümkün değil, ama hayatın paylaştıkça çok daha güzel, çok daha yaşanılası bir yer olduğu bir gerçek… Korona misafirlerimizin evimize gelmesini bir süreliğine engellemiş olsa da evimin misafir dolup taştığı günler umut ediyorum ki uzak değil… Havalar soğuyunca çay/kahve yanında mutlaka ıhlamur da ikram edeceğim evime gelen dostlarıma, nedenini sorarlarsa bu sevgi dolu efsaneyi de anlatırım….
Baba ocağında başlayan yazma tutkum, baba ocağından kilometrelerce uzakta, kendi evimin salonunda, ne tesadüf ki yine baba ocağıyla ilgili güzel anılarla devam ediyor… Hayatımı güzelleştiren ve kolaylaştıran annem ve babamı buradan sevgiyle ve minnetle kucaklıyorum, 40 yıldır her zaman hep arkamda hem de yanımda oldukları için şükrediyorum… Korona sonrası misafirliğe bekliyorum 😊
Comments